Aslında sen hiç yoktun, ama korktum bir kere, korktum bir alev gibi fışkırıp, radyasyon gibi dalga dalga yayılan buz tutmuş yalnızlıktan. Öldüm, bir imla hatası gibi öldüm şiirin kollarında, ve astım kendimi şizofreninin orta yerinde günahkar bir elma ağacına…
Aslında hiç tanışmadık seninle yedi yıl önce! Sadece ben, tanıştığımızı yazmıştım senaryomun başına. Sonra yedi kat semâ girdi aramıza, ben uzak bir evrende, hiç gidilmemiş bir ülkede, hasretini büyüttüm yedi milyon yıl. Uzun şizofrenik nöbetler boyunca avuçlarımdan sızan kanı mürekkep sanıp, çizgisiz beyaz kağıtlara kustum öfkemi! Nöbetlerim geldi ağladım, nöbetlerim gitti kovaladım…
Ardı arkasına şiirler yazdım sana ve bakışlarının şiddetine kurban verdim ruhumun tüm cesaretini. Öylesine acıydı ki yokluğun, yazdığım tüm şiirleri bir anda aleve verdim! Yaktım! Yaktım! Yaktım!
Çekip alırdın beni her şeyden; sen, en bunalım yanımdın benim, en korkak, en çocuk, en ölümcül, intihara en yatkın yanım! Soğuk gecelerin ortasında, buz gibi sessiz ve bir o kadar da telaşlı bir suskunluğa haps olurdum! Yavaş yavaş dökülmeye başlardı gözyaşlarım yarım ayın tüm çıplaklığıyla ağırlaştırdığı gecenin ortasına ve avuçlarımda senin için biriktirdiğim tuzlu gözyaşlarıyla yıkardım nöroleptiklerin harap ettiği yüzümü!
Oysa sen hiç yoktun, hiç olmamıştın, doğmamıştın karanlık bir Mart sabahı işgal altındayken tüm Dünya! Sen, saçlarında sapsarı Küstüm çiçekleri besleyen hüzünlü bir tanrıçaydın.
Sen hiç yoktun, olmamıştın, doğmamıştın, doğmuş olsan ilk İstanbul duyardı, ve ruhunu uzaydan aşağıya bırakırdı! Varlığın, benliğime düşman, kanserli bir hücre gibi hızla çoğalarak, içimde bir yerlerde, ele geçirdi ruhumu! Sen, hiç olmadın, olamazdın, varlığın, varlığımı tehdit eden en büyük düşmandı!
Aries intihar ederdi sen doğmuş olsan; Koç Burcu bir saniye bile beklemeden çarpışırdı Balık Burcu’yla, altüst olurdu astroloji, yıkılırdı Babilliler’den beri bilinen tüm kehanet teorileri bir anda! Sen hiç yoktun! Sen doğmuş olsan, delirirdi tüm tabiat, meteor yağardı sen doğarken tüm sokaklara! Sen yoktun, olamazdın!
Sen yoktun ve hiç olmadın! Ben hep yalnız, yapayalnızdım… Her gece kana kana su içtim, odamı dolduran ay ışığının avuçlarından. Karanlıkta yazdığım şiirlere, sabaha karşı karanlık besteler yaptım. Notaların karanlığında beni yakalayan hayalinin saçlarına mor papatyalar taktım.
Sen yoktun ve hiç olmadın! Yavaş yavaş yitti sanki saçının her telinde ayrı ayrı beslediğin gizem, gün geçtikçe değiştin. Bir melektin seni ilk sevmeye başladığımda, ben seni sevdikçe şeytanlaştın!
Sen hiç yoktun ve ben seni ararken hep yanlış insanların kapılarını çalarak seni sordum onlara. Senin telefonun diye aradığım yanlış düşen numaralarda karşıma çıkan saçma sapan insanlarla aşklar yaşadım. Seni sordum onlara: “Tanımıyoruz” dediler.
Zaten seni benden başka tanıyan hiç kimse yoktu. Tüm psikiyatri öğrencilerinin iştahını kabartan bir doktora tezi konusuydu adın!
Sen, herkesten farklıydın! Bakışlarında izlediğim o sinemaskop ayrılık, yok edilmeye hazırlanan bir kavmin yaptığı son yasak ayindi. Sen bir sevgili değildin benim için! Sen yoktun! Sen doğmuş olsan, batıdan doğardı Güneş ilk Cuma günü erkenden, yanardağlar korkudan göklere kadar uzatırlardı kollarını, tüm buzulları erirdi kutupların, her kıtanın adı mahkeme kararıyla Atlantis olurdu birdenbire… Sen doğmuş olamazdın!
Ne zaman gerçeklerden kaçmak istesem, ne zaman zor gelse hayat, hemen sana uzatıyordum ellerimi. Bir kurtarıcı gibi, bir ilahe gibi sığınıyordum sana. Neden yaptığımı bilmeden, düşünmeden ve anlamadan uzanıyordum. Sevgi desen değildi, sevdiğinden korkmazdı insan, tutku desen değildi, aşk desen değildi bu yüzüme desen desen işlenen büyük acı!
Şizofreniydi bu, apaçık bir beyin parçalanması, bir hafıza kaybı, bir intihar kayığına binip baştan başa gezmekti tüm evreni, şizofreniydi bu sukatılmamış acının gerçek adı! Kuşkusuz seni istediğim kadar bir insanı isteseydim onu mutlaka elde ederdim. Senin, bu yüce sevgime karşılık vermene engel olan tek şey gerçekte hiç varolmamandı; yoksa dünyanın en zalim kızı bile olsa dönüp gülümserdi beni bu sonsuz acıdan kurtarmak için, gelir koyardı kalbini avuçlarıma…
Sen yoktun! Ne zaman aklıma gelsen, ardından büyük bir acıyla düştüm şizofreninin yapış yapış kollarına. Bu hep böyleydi. Ben, sevmiyordum ki seni, olsa olsa sevdiğime inanmak istiyordum. Sen, sadece şizofreninin bir habercisiydin benim için. Normal zamanlarda unuttuğum, hiç aklımın ucundan bile geçirmediğim sen, şizofreninin alevlendiği dönemlerde boy gösteriyordun sadece hayatımda. Sen olsa olsa sancılı bir hastalık belirtisiydin benim için…